Skip to main content

Son yıllarda Türkiye’nin sanayi politikalarında dikkat çeken bir dönüşüm yaşanıyor. Özellikle yüksek katma değerli üretime geçişi hızlandırmayı amaçlayan devlet politikaları arasında yer alan biyoteknoloji üretim programı, stratejik önemiyle öne çıkıyor. Bu program sadece bilimsel gelişmeleri değil, aynı zamanda ekonomide sürdürülebilir büyümeyi de hedef alıyor. Biyoteknoloji; sağlık, tarım, çevre ve endüstri gibi birçok alanla kesiştiği için bu alandaki yatırımların artırılması ülke genelinde çarpan etkisi yaratabilecek potansiyele sahip. Programın en dikkat çekici yönlerinden biri ise özel sektörün yanı sıra kamu kurumları ve üniversiteleri de kapsayan çok boyutlu bir destek mekanizması sunması. Bu noktada teşvik ve hibe danışmanlığı, girişimciler ve yatırımcılar için yol gösterici bir araç haline geliyor.

Biyoteknoloji Üretim Programı Nedir?

Biyoteknoloji üretim programı, Türkiye’nin sanayide yüksek teknolojili üretim yapısını güçlendirme hedefiyle hayata geçirilen, kamu destekli bir yatırım planıdır. Program, özellikle biyoteknolojiyi stratejik bir alan olarak konumlandırarak bu alanda yerli üretim kapasitesini artırmayı ve dışa bağımlılığı azaltmayı amaçlar. Sağlıktan tarıma, çevreden sanayiye kadar birçok sektörde kullanılan biyoteknolojik ürünlerin Türkiye’de üretilmesini sağlamak için hem özel sektöre hem de kamu kurumlarına çeşitli teşvikler sunar. Burada yalnızca üretim değil, ürünlerin ticarileştirilmesi ve küresel pazarda rekabet edebilir hale getirilmesi de programın önemli odaklarından biridir.

Biyoteknoloji üretim programı, sadece bir sanayi politikası olarak değil, aynı zamanda bilimsel araştırmaları destekleyen bir Ar-Ge vizyonunun parçası olarak da öne çıkar. Bu program kapsamında yatırım yapacak kuruluşlara vergi indirimi, kredi desteği, yatırım yeri tahsisi gibi çeşitli avantajlar sağlanır. Bununla birlikte Türkiye’de biyoteknolojiye dair altyapı eksikliklerinin giderilmesi ve nitelikli insan kaynağının artırılması da programın uzun vadeli hedefleri arasındadır. Yani bu girişim yalnızca bugünü değil, aynı zamanda biyoteknolojik gelişmelerin yön vereceği geleceği de şekillendirmeyi hedefler. Dolayısıyla biyoteknoloji üretim programı, stratejik bir kalkınma aracı olarak Türkiye’nin teknolojik bağımsızlığına katkı sunmayı amaçlayan kapsamlı bir devlet destek sistemidir.

2030 Sanayi ve Teknoloji Stratejisi İçindeki Yeri

Biyoteknoloji üretim programı, Türkiye’nin 2030 Sanayi ve Teknoloji Stratejisi içinde öncelikli yatırım alanlarından biri olarak konumlandırılmıştır. Bu strateji, Türkiye’yi yüksek katma değerli üretime yönlendirme, küresel rekabet gücünü artırma ve teknolojide dışa bağımlılığı azaltma hedefleri etrafında şekillenir. Bu kapsamda biyoteknoloji; sağlık teknolojileri, tarımsal verimlilik, sürdürülebilir çevre çözümleri ve endüstriyel üretim gibi birçok kritik alanda stratejik bir konuma sahiptir. Stratejinin odak noktası, Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek olan bu tür yenilikçi sektörlerde yerli ve milli çözümler geliştirmek ve küresel pazar payını artırmaktır.

2030 vizyonunun temelinde sürdürülebilir kalkınma yer alırken, bu hedefe ulaşmak için belirlenen teknolojik öncelikler arasında biyoteknolojiye özel bir yer ayrılmıştır. Biyoteknoloji üretim programı da bu çerçevede özel sektör, akademi ve kamu iş birliğini sağlayarak stratejik sektörlerin desteklenmesini ve bu alanlarda teknoloji tabanlı üretim modellerinin benimsenmesini sağlar. Özellikle ilaç üretimi, tanı kitleri, biyomalzeme ve genetik mühendisliği gibi alanlarda yerli çözümler üretilmesi, 2030 stratejisinin önemli kilometre taşlarından biridir. Dolayısıyla biyoteknoloji üretim programı, yalnızca kısa vadeli bir yatırım planı değil, aynı zamanda Türkiye’nin uzun vadeli sanayi politikalarının ayrılmaz bir parçası olarak tanımlanır.

Hedeflenen Öncelikli Sektörler

Biyoteknoloji üretim programı, geniş bir sektör yelpazesine hitap etse de özellikle bazı stratejik alanlara öncelik verilmiştir. Bu sektörler; Türkiye’nin hem ekonomik kalkınmasını hem de sağlık, çevre ve gıda güvenliği gibi yaşamsal ihtiyaçlarını doğrudan etkileyen alanlardan seçilmiştir. Öncelikli sektörlerin başında sağlık biyoteknolojisi gelir. Yerli ilaç üretimi, biyobenzer ilaçlar, aşı geliştirme ve moleküler tanı kitleri bu alanın başlıca yatırım kalemlerindendir. Covid-19 pandemisiyle birlikte bu alandaki dışa bağımlılığın ne denli riskli olduğu görülmüş ve biyoteknoloji üretim programı kapsamında sağlık sektörü yatırımlarına özel teşvikler sunulmaya başlanmıştır.

Tarım biyoteknolojisi de programın odağındaki diğer bir önemli sektördür. Genetiği geliştirilmiş tohumlar, biyolojik gübreler, çevre dostu zararlı kontrol ürünleri gibi tarımsal üretimi daha sürdürülebilir ve verimli hale getiren teknolojiler bu kapsamda desteklenir. Gıda güvenliği ve iklim değişikliği gibi küresel sorunlar, bu yatırımların sadece ekonomik değil, stratejik bir önem taşımasına da neden olur. Endüstriyel biyoteknoloji alanında ise biyomalzemeler, biyoplastikler ve çevreci üretim prosesleriyle sanayi üretiminin karbon ayak izini azaltan teknolojiler ön plandadır. Ayrıca çevre biyoteknolojisi kapsamında atık su arıtma, hava kirliliği kontrolü ve biyolojik geri dönüşüm sistemleri gibi çevresel çözümler de desteklenen alanlar arasında yer alır.

Teknoloji Odaklı Sanayi Hamlesi Kapsamındaki Biyoteknoloji Yatırımları

Biyoteknoloji üretim programı, Türkiye’nin Teknoloji Odaklı Sanayi Hamlesi Programı içinde yer alarak, katma değeri yüksek üretimi teşvik eden bütüncül bir kalkınma stratejisinin önemli bir parçasını oluşturur. Bu program, özellikle ithalata bağımlı olunan ürünlerde yerli üretimi artırmak, kritik teknolojilerde dışa bağımlılığı azaltmak ve sanayiyi dijitalleşme, otomasyon ve yenilikçilik ekseninde dönüştürmek için tasarlanmıştır. Biyoteknoloji alanındaki yatırımlar da bu çerçevede değerlendirilmektedir. Hamle Programı sayesinde yatırımcılara sağlanan destekler yalnızca finansal teşviklerle sınırlı kalmaz; aynı zamanda altyapı yatırımları, nitelikli iş gücü istihdamı ve teknoloji transferi gibi kritik alanları da kapsar.

Biyoteknoloji özelinde desteklenen yatırım kalemleri arasında moleküler biyoloji ekipmanları, hücre kültürü teknolojileri, biyoreaktör sistemleri, genetik mühendislik araçları ve ileri analiz cihazları gibi yüksek teknoloji ürünleri yer alır. Bu ürünlerin yerli imkanlarla üretilmesi hem maliyetleri düşürür hem de Türkiye’nin bilimsel ve teknolojik kapasitesini önemli ölçüde artırır. Ayrıca program kapsamında yürütülen projelerde üniversite-sanayi iş birliğine özel bir önem verilir. Bu sayede biyoteknoloji yatırımları sadece üretim değil, aynı zamanda bilgi üretimi, patent geliştirme ve yeni teknolojilerin sahaya aktarılması gibi çok yönlü katkılar sunar.

Yerli Üretim Kapasitesinin Artırılması

Biyoteknoloji üretim programı, Türkiye’nin yüksek teknolojiye dayalı üretim potansiyelini artırmayı hedefleyen bir vizyonla yerli üretim kapasitesini güçlendirmeye odaklanır. Özellikle biyoteknolojik ürünlerde dışa bağımlılık hem maliyetleri artırmakta hem de kritik dönemlerde erişim sorunları yaratmaktadır. Bu nedenle program kapsamında biyoteknoloji ürünlerinin yerli imkanlarla üretilebilmesi için altyapı yatırımları, üretim teknolojilerinin yerlileştirilmesi ve yerli firmaların Ar-Ge faaliyetleri desteklenmektedir. Biyoteknoloji gibi yoğun bilgi ve teknoloji gerektiren bir alanda üretim kapasitesinin artırılması, sadece üretim bandını genişletmekle değil, aynı zamanda nitelikli insan kaynağı ve teknik altyapı geliştirme ile mümkündür.

Program bu bağlamda, özellikle üretim tesislerinin modernizasyonunu teşvik ederken, yeni nesil biyoteknolojik ekipmanların yerli üretimini de önceliklendirir. Örneğin, yerli biyoreaktör sistemleri, genetik analiz cihazları ve tanı kiti üretim tesisleri gibi kritik teknolojiler üzerine yapılan yatırımlar, Türkiye’nin dışa bağımlılığını azaltmakta ve ihracat potansiyelini artırmaktadır. Ayrıca üretim zincirindeki yerli katkı oranının yükseltilmesi hedeflenerek, ülke genelinde KOBİ’lerin bu ekosisteme entegre edilmesi sağlanmaktadır. Bu entegrasyon, büyük ölçekli üreticilerle iş birliğini teşvik ederek, biyoteknoloji alanında güçlü bir tedarik zinciri oluşturulmasına katkı sağlar.

Tüm bu adımlar sayesinde biyoteknoloji üretim programı, Türkiye’de yalnızca ürün geliştirilmesini değil, aynı zamanda kalıcı ve sürdürülebilir bir üretim altyapısının kurulmasını hedefler. Bu yapı, kriz dönemlerinde kesintisiz tedarik zinciri yönetimi sağlarken, aynı zamanda yerli firmaların uluslararası pazarlarda rekabet edebilirliğini artırır. Böylece, Türkiye biyoteknoloji alanında kendi kendine yetebilen bir ülke olma yolunda somut ilerlemeler kaydeder.

Ar-Ge ve Altyapı Yatırımları

Biyoteknoloji üretim programı, yalnızca üretim süreçlerine değil, aynı zamanda araştırma-geliştirme (Ar-Ge) ve altyapı yatırımlarına da güçlü bir şekilde odaklanır. Çünkü biyoteknoloji, doğası gereği sürekli gelişen, bilimsel bilgiye ve ileri teknolojilere dayalı bir sektördür. Bu nedenle sürdürülebilir büyümenin ve küresel rekabetin temelinde, güçlü bir Ar-Ge altyapısı ile yenilikçi üretim sistemlerinin yer alması gerekir. Program, bu anlayışla üniversitelerdeki araştırma merkezlerinden özel sektör Ar-Ge birimlerine, teknoparklardan kamu laboratuvarlarına kadar geniş bir ağda destek sağlamaktadır. Özellikle biyoteknolojik ürünlerin erken aşama geliştirilmesinden klinik araştırmalara kadar uzanan süreçlerdeki tüm bilimsel ve teknik ihtiyaçlar bu yatırımlar kapsamında değerlendirilmektedir.

Biyoteknoloji üretim programı çerçevesinde desteklenen Ar-Ge yatırımları, patent üretimi, yeni nesil ilaç ve aşı geliştirme, hücre ve gen teknolojileri, biyosensörler gibi ileri düzey projelere yöneliktir. Bu alanda çalışan araştırmacılara yönelik burs programları, uluslararası iş birlikleri ve akademi-sanayi ortak projeleri de teşvik edilmektedir. Ayrıca araştırmaların laboratuvar ortamından üretim sahasına geçmesini sağlayan pilot üretim tesislerinin kurulması da altyapı yatırımlarının önemli bir ayağını oluşturur. Bu tesisler hem yeni teknolojilerin test edilmesine olanak tanır hem de sanayileşme sürecini hızlandırır.

İlker Aktaş

2000 yılından bu yana dijital pazarlama sektöründe aktif olarak yer alan İlker Aktaş, sektördeki 20 yılı aşkın deneyimiyle medya planlama, satın alma, pazarlama iletişimi ve strateji geliştirme alanlarında uzmanlaşmıştır. Kariyeri boyunca ikisi global olmak üzere toplam yedi farklı ajans bünyesinde üst düzey görevler üstlenmiş; ajans yöneticiliğinden strateji danışmanlığına kadar geniş bir yelpazede rol almıştır. Bugüne kadar Sağlık Bakanlığı, MÜSİAD, İstanbul Ticaret Odası (İTO), İstanbul Kalkınma Ajansı (İSTKA), Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), Spor İstanbul, Ülker ve Mobil gibi 50'den fazla marka ve kuruluşa eğitim, danışmanlık ve profesyonel hizmet sunmuştur. Türkiye dijital pazarlama tarihinde önemli bir kilometre taşı olan, ülkenin ilk dijital lansmanı olarak kayda geçen Alpella Ole kampanyasının liderliğini yapmış olan İlker Aktaş, aynı zamanda Felis, Effie, Mixx, Digital Age ve Kristal Elma gibi prestijli yarışmalarda ödüle layık görülen 10'dan fazla kampanyada etkin rol oynamıştır.